Ne siyasette ne ekonomide ne sporda ne trafikte;hiçbirinde keyfimiz yok, maalesef tatsızız. Öfke toplumu olduk, saatli bomba gibiyiz, kim kime ne zaman patlar bilemeyecek haldeyiz. Hem araç kullanırken, hem yayayken küfreden başka bir ülke insanı var mıdır? Hiç zannetmiyorum… Seçim araçlarının yüzde 200 desibelli hoparlörlerinden çıkan, kulakları sağır edercesine sözde müzik yayını örneğin, 50 milyon seçmenden kaçının tercihine etki ediyor, ya da bir başka ifadeyle “attığınız taş, ürküttüğünüz kurbağaya” değiyor mu, hiç araştırmasını yaptınız mı?! Büyük ihtimal değmiyor, öyleyse bu gürültü kirliliği neden? Biriniz öncü olsa da bu konuda bir “devrim” gerçekleşse olmaz mı?!Bir başka örnek futboldan; adının önünde “Süper” yazan bir ligimiz var, muhtevasının süper olup olmadığı tartışılır! Hakem kararlarının olmayacak kadar tartışıldığı, bu tartışmaların sonucunda hiçbir tarafın tatmin olmadığı, tartışma boyutlarının çok ötesine gittiği bir Süper(!) lig! Her hakem kararı sonrasında, sahanın içinde adeta “açık oturum” düzenlercesine hakemin etrafını saran futbolcu “güruhu”! Bir yerde “suç ve ceza” olmazsa, bu işlerin sonu nereye varır bilinmez! Onlarca TV kanalında, yüzlerce yorumcu, hakem emeklisi vs. saatlerce “oynat, bir daha bakalım” hokkabazlığına soyunmuş! Her biri sanırsınız ki “allame-i cihan”! Oysa biz biliyoruz ki çoğunun “cemaziyülevveli” var, asla sütten çıkan ak kaşık filan değiller… 

Burada bir sözümüzde adına “yayıncı kuruluş” denilen olan medya grubu ilgililerine. Hadi o futbolcular (nedense) alışmışlar sümkürmeye, ağızlarının içinde yuvarladıkları eskinin demir beş lira büyüklüğündeki tükürüklerine, iyide siz bu işin hiç mi eğitimini almadınız? Önemli bir pozisyon sonrası o futbolcu bu “çirkin” eylemi gerçekleştirecek, belli. Ey yönetmen kardeşim neden gözümüzün içine sokarsın?! Ya o futbolcular; evde, lokantada, kafede eminim ki hiçbir şey beğenmezler, belki de önlerine konulan çatal-kaşık vs. kirli bulurlar, o sümkürdüklerinin, tükürüklerinin içinde nasıl yatıp yuvarlanırlar, hiç düşündükleri oluyor mu acaba?! Alt liglerde neler olup-bittiğini pek bilmiyoruz, çünkü medyamız(nedense) oralarda olmayı çok sevmiyor(!) Futboldan devam edecek olursak; dünyanın ilk 5 ligi denen İngiltere, Almanya, İspanya, İtalya ve Fransa liglerini aralıksız ve kesintisiz izliyoruz. İnanın bizdekinden çok farklılar, çok değişikler. Ortalama seyirci sayısının bizdekinin çok üstünde olmasından tutun, hakem kararlarının tartışma boyutunun “makullüğüne” kadar. Bu liglerin ortalama seyirci sayısı, bizim 4-5 katımız kadar, hatta 2. ligleri dahi bizden kat be kat fazla seyirciye sahip. Almanya gibi bir futbol ülkesinde aylardır süren “pasif direnişi” izliyoruz, ne bir taşkınlık, ne bir müdahale, ne de bir olay. Sonucu nasıl biter bilinmez ama bilinen o ki oralarda futbol başka türlü oynanıyor ve başka türlü değerlendiriliyor. İtalya’da İnter, Fransa’da PSG, İspanya’da Real Madrid sanki işi bitirmişler gibi, Almanya”da Bayer Leverkusen’in, BayernMünih hegemonyasına son vermekte olan kararlılığı, İngiltere liginde; Liverpool- City- Arsenal yarışının at başı biteceğini bilmek için kâhin olmaya gerek olmadığı aşikâr. Öylesine sakin ve o kadar keyifliler ki, kıskanmamak elde değil …“Enseyi fazla karartmadan” nokta…

NOT: 27 Şubat siyaset dünyamızın renkli siması, Prof. Necmettin Erbakan hocanın 13’üncü, 28 Şubat değerli yazarımız Yaşar Kemal’in 9’uncu vefat yıldönümleri. Saygıyla, rahmetle anıyoruz…

FİLM: Kızgın Damdaki Kedi. Yön: Richard Brooks.Başrollerde: Elizabeth Taylor (27 Şubat 92. doğum günü anısına), Paul Newman. Yapım Yılı: 1958.

Tennessee Williams’ın Pulitzer ödüllü aynı adlı oyunundan uyarlanan bir beyaz perde klasiği. Dünyanın “menekşe gözlü yıldız Liz” diye tanıdığı Elizabeth Taylor bu filmle adını tarihe altın harflerle yazdırdı…

ROMAN: Çakırcalı Efe- Yaşar Kemal (28 Şubat 9. vefat yıldönümü anısına). İlk yayımlanma tarihi: 1972.

“1956 Yılında bir arkadaşım bana Çakırcalı Mehmet Efe’yi öldüren müfrezenin komutanı olan emekli jandarma albayı Rüştü Kobaş’ın hayatta olduğunu, Karasu-Kobaşlar köyünde oturduğunu söyledi. Rüştü Kobaş’ı köyünde buldum, bitmek tükenmek bilmeyen anılarını orada uzun süre kalarak dinledim, yazdım.” Kitabın giriş kısmında böyle söylüyor büyük yazarımız. Namı ta İngilterelere kadar ulaşan, “Avam Kamarasında” gündem olan “Çakırcalının” özelinde,  “İnce Memed” tadında, acı ama gerçek yaşanmışlıklarla dolu, yakın tarihimizin ilginç yaşam öykülerini anlatan bir başyapıt…

ŞİİR: Sana Geldim– Yusuf Hayaloğlu (3 Mart 15. vefat yıldönümü anısına)

Yağmurlar içinden ıslandım geldim 

Bir kuru değneğe yaslandım geldim

Sıcacık çorbana muhtacım inan

Ölümlerden geçtim uslandım geldim

Üşüdü ellerim üşüdü kalbim

Yaban ellerinde taşlandım geldim

Sanki cehennemdi sensizlik bana

Irmaklar içinden sislendim geldim

Tren yollarında islendim geldim

Kalmadı hevesim kalmadı inan

Yıkandım arındım süslendim geldim

Sana geldim sana kucaklar mısın

Bilmem ki yeniden bağışlar mısın

YANLIŞ: İnsiyatif

DOĞRU: İnisiyatif

GÜNÜN SÖZÜ: “Görmezden gelin, ses etmeyin, cevap vermeyin… Sessizlik herkesi mahveder.” C. Darren  

ÜTOPYA: “Bugünlerde maalesef ütopyanın öldüğünü, her tür ütopyacılığın totalitarizm ve felakete yol açmasının kaçınılmaz olduğunu beyan etmek pek moda oldu… “Alternatif yoktur”.Margaret Thatcher’in bu cümleyi ne denli sık ve nasıl siyasal etki yaratarak kullandığını hatırlıyorum. Dalıp gidiyorum. “Alternatif yok, alternatif yok, alternatif yok” diye zihnimde çınlıyor. Vura vura uyutuyor beni ve huzursuz rüyalarımda bir sürü ütopik figür karabasan gibi geri geliyor.” David Harvey/Umut Mekânları

RÜYA: “Düş kişiselleştirilmiş mit, mit kişisellikten çıkarılmış düştür.” Joseph Campell

YALAN: “Paniğe kapıldığımızda, tek çıkış yolu kendi yalanımızı “ciddiye alıp” ona sıkı sıkı sarılmakmış gibi görünür.” Slavoj Zizek

DELİ: “Dans edenleri deli zanneder müziği duymayanlar.”Friedrich Nietzsche(‘ye atfedilir)

HAYAT-MEMAT: “Yarım asrı aşkın bir süre önce tanımış olduğum Orta Brezilya’daki Bororolar, doğa felsefelerinin temel ilkesini sert-yumuşak karşıtlığında bulurlar. Onların gözünde yaşam, faaliyet ve sertlik demektir. Ölüm ise yumuşama ve kıpırtısızlık. İnsan veya hayvan, her cesedi iki kategoriye ayırırlar; bir yanda yumuşayan ve çürüyen ten; diğer yanda hayvanlar için diş, pençe, gaga; insanlar içinse kemik, kolye, tüylü süs. Süsler yumuşağı sertleştirir; bedende ölümün habercisi olan kısımların yerine geçerler. Aslına bakılırsa, yaşam vericidir bunlar.” Claude Levi-Strauss/Hepimiz Yamyamız

ŞADİ-İ ŞİRAZİ’DEN: Ecelin eli ölüm davulunu çaldı. Ey benim her iki gözüm, başıma veda ediniz. Ey benim avucum, elim, bileğim ve kolum, birbirinizle vedalaşınız. Düşmanlarım sevinsinler; istedikleri oldu. İşte ben ölüyorum. Ey dostlarım, bakın, dikkat edin, ömrüm ve hayatım cehaletle geçti. Yapılmaması gerekli şeyleri yapmazlık etmedim. Yani öleceğimi düşünerek birtakım günahlardan çekinmeliydim. Ben yapmadım; fakat siz sakınınız ve beni de affediniz. 

TEBESSÜM: Buzdolabınız bir gün sizden intikamını alacak. Bir gece yarısı odanıza dalacak, ışıkları açacak, birkaç dakika yüzünüze bakacak, sonra geldiği gibi gidecek.