Geçenlerde bir cenazeye gitmiştim. Mezarlıkta cenaze mezara konurken, biraz ileride,
iki kişinin hararetli bir şeklide iş görüşmesi yaptıklarına, alacak verecek meselesi üzerinde
konuştuklarına şahit oldum. Hemen onun arkasındaki kişiler de neşeli bir şekilde biribirleriyle
şakalaşıyorlardı. Demek ki ölüm hadisesi bile kalbleri yumuşatmamış, dünyaya bağlığı
sarsmamış. Daha bir gün önce beraber yiyip içtiği kimsenin mezara konulması bunları hiç mi
hiç etkilememiş. Bu ve bunun gibi olaylar kalblerimizin ne kadar katılaştığını, taşlaştığını
gösteren ibretli olaylardır. Peki bu çok zararlı “kalb hastalğı” ndan nasıl kurtulacağız?
Birgün, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, Ebüdderdâ hazretlerine bir kişi gelerek dedi ki:
“Yâ Ebüdderdâ! Benim büyük bir hastalığım var. Bunun tedâvisinde bana yardımcı ol!
Bu hastalıktan kurtulmam için hangi ilâçları kullanayım?” Ebüdderdâ sordu: “Hastalığın
nedir? “ “Hastalığım şu: Benim kalbimde dünyaya karşı aşırı sevgi var. Dünya, âdetâ kalbimi
işgâl etmiş. Kıldığım namazlardan haz duymuyorum. İbâdetlerimden bir tat, lezzet
alamıyorum. Yâ Ebüdderdâ, ne olur beni bu hastalıktan kurtar!”
Ebüdderdâ hazretleri bu kişiye şu nasîhatı yaptı: “Sık sık hasta ziyâretlerine git!
Cenâze namazlarında bulun! Kabirleri ziyâret et! Bu üç şeyi muntazam yaparsan bu
hastalıktan kurtulursun! Sendeki dünya sevgisi yok olur. Kalbin nûrlanır, kalb gözün açılır.
Kalbin yufkalaşır!”
Bu kişi bildirilen üç şeye bir müddet devam etti, fakat kendi hâlinde herhangi bir
değişiklik hissetmedi. Üzüntülü bir şekilde tekrar Ebüdderdâ hazretlerine gidip dedi ki: “Yâ
Ebüdderdâ! Tavsiyelerini aynen yerine getirdim. Fakat kendimde hiçbir değişiklik
görmüyorum. Ne olur beni bu hastalıktan kurtar! “ “Ey kişi, bildirdiğim gibi, hastaları yokladın
mı, cenâzelerde bulundun mu, kabir ziyâretleri yaptın mı?” “ “Evet, devamlı bu üç şeyle
meşgûl oldum.”
Bunun üzerine, Ebüdderdâ hazretleri şöyle buyurdu: “Öyle ise sen, cenâzeye bir
hayvan ölüsüne gider gibi gitmişsin! Şimdi söyliyeceklerimi iyi dinle: Hasta ziyâretlerine
gittiğin vakit, birgün senin de onun gibi zayıf, hâlsiz, yatağa uzanmış olacağını düşün! Bir
yudum suyu bile eline alıp içemiyecek, başkalarının yardımı ile içebileceksin! Bütün bu
gerçeklere rağmen hâlâ dünyaya bağlanmaktaki maksadın ne? Görüyorsun ki, dünya zenginliği, insanın bu hâle gelmesine mâni olamamaktadır. Bunları, hastanın yanında düşün
ve nefsine şöyle de: Şunun hâline bak, ibret al! Senin de sonun budur, o hâlde dünya
muhabbetinden elini çek!
Cenâze namazına gittiğin zaman düşün ki, bu kimseyi, bütün dünya nimetlerinden
ayırmışlar. Tabutun içine koyup musalla taşının üzerine bırakmışlar. Yakınları, çok sevdiği ve
bütün ömrünü onlar için harcadığı çocukları onu geriden seyrediyorlar.
Mezarlığa vardığında, kabirde yatanların hâlini düşün! Birgün sen de onlar gibi
olacaksın! Nâzik bedenin çürüyüp böceklere yem olacaktır.”
Ebüdderdâ hazretleri sözünü şöyle tamamladı:
- Ey kişi, işte üç şeyi yaparken bunları düşünüp, kendini bunların yerine koyarsan, kısa
zamanda bu tehlikeli hastalıktan kurtulursun!
O kişi, bu nasîhatlara aynen uydu. Kısa zamanda bu hastalıktan kurtuldu. Dünyadan
tiksinmeye başladı. Kalbi nûrlandı. Kalb gözleri açıldı. Hakkı bâtıldan ayırdı. Bundan sonra
bütün ömrünü, âhıreti düşünerek, ona hazırlanmakla geçirdi.
Ebüdderdâ hazretlerini gördüğünde:
- Allah senden râzı olsun! Kalb gözümün açılmasına, gerçekleri görmeme vesîle
oldun, dedi.
Demek ki, hastalığı bilmek kafi değil. Hastalıktan kurtulmak için luzumlu ilacı
kullanmak da gerekiyor! İşte o zaman gördüklerimzden ibret alabiliriz!