Üzülerek ifade etmeliyim ki, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerdeki artış, toplumumuzun büyük bir sorunu haline geldi.

İşte, son 6 yılın ürkütücü istatistikleri:

2017: 409 kadın öldürüldü.

2018: 440 kadın öldürüldü.

2019: 474 kadın öldürüldü.

2020: 300 kadın öldürüldü.

2021: 280 kadın öldürüldü.

2022: 334 kadın öldürüldü.

2023 (ilk 10 ay): 228 kadın öldürüldü.

          Bu veriler, üzerinde düşünülmesi, konuşulması ve acilen harekete geçilmesi gereken bir ‘utanç tablosunu’ ortaya koyuyor. Tecavüz, taciz, dayak ve kadın cinayetleri, insanlığın kör bir düğümü... Bu sorunların çözümü için sessiz kalmamalı, duyarsız kalmamalıyız.

          Adamlıktan dem vurup insanlıktan nasip alamamanın acı sonuçları, somut verilerle karşımızda duruyor. Kadının bir birey olarak kabul edilmemesi ve cinsiyet faşizminin devam etmesi, cehaletin izlerini gözler önüne seriyor.

          “Hangi dinde, hangi dilde yazıyor kadınlara zulmetmek?” Bu soruyu sormak, kadına yönelik şiddetin kültürel ve toplumsal bir sorun olduğunu anlamak adına çok önemli. Din, dil, ırk ayırt etmeksizin, kadınlara yönelik zulüm karşısında durmalıyız.

         Eşit bir dünya isteği, bu kadar basit ve doğal bir talepken erkeklerin eşit şartları kabul etmemesi neden bu kadar ağır ve zor geliyor? Şartların eşit olmadığı bir dünyada yaşamak, insanlığın ilerlemesine büyük bir engel teşkil ediyor. Eşitlik için çaba sarf etmek, toplumsal bir sorumluluktur ve bu sorumluluk bilincini toplumun her kesimine özellikle erkeklere indirgemek gerekiyor.

        Şu anda bu yazıyı okurken bile belki bir kadın can veriyor, bir kadın şiddete maruz kalıyor. Bu acı gerçeği göz ardı etmemek ve toplum olarak sorumluluk almak zorundayız. Kadına yönelik şiddetin son bulması için sadece yetkililer değil, her bir birey olarak hepimiz üzerimize düşen görevi yerine getirmeliyiz. Unutmamalıyız ki, kadına yapılan her şiddet eşitlik ve insan haklarına yapılmış bir saldırıdır. Ve son bir hatırlatma; güç, sevgide gizlidir, şiddette değil.