On iki Eylül ihtilalinden önce idi. K. Maraş olayları olmuş, Türkiye çapında sıkıyönetim ilan edilmiş, bizde tutuklu olarak Erzincan cezaevinde yatıyorduk. Dışarıda nasip olmayan dini görevlerimi içeride icra ediyor, bazı arkadaşlara Kur’an-ı Kerim okuturken, beş vakit namazın da İmamlığını yapıyordum.

O, günlerde Muhsin Başkan da tutuklanıp yanımıza gelmişti. Bir gün yine bize göre yaşlı olan bir amca tutuklu getirildi. Sonradan isminin Celal olduğunu ve Erzincan’ın Tercan kazasından olduğunu öğrendiğim bu amca Lisede okuyan oğluna Öğretmenleri cevap yerine yanıt yazdırdığı için Öğretmeni döğmüş, o yüzden de cezaevine düşmüştü. Celal Emminin sohbetini dinleyen arkadaşlar yanıma gelerek, “Hoca senin pabucun dama atıldı. Yeni bir Hoca geldi ki sekiz sene medresede okumuş” dediler. Bende iyi ya, hep beraber istifade ederiz dedim. Sonraları öğrendim ki Celal Emmi Risaleyi Nur okuyanlardanmış. Oradaki dersleri medrese olarak değerlendiriyorlarmış. Celal Emmi nurcu olduğu için Demirelci, bizim o zamanki siyasetimizi de hiç sevmiyor. Ne zaman Rahmetli Muhsin Başkan sohbet etmeye başlasa, Bizim Celal Emmi doksan dokuzluk tesbihi eline alıyor ve yüksek sesle Salâvatı şerife okumaya başlıyor. Güya kendisini susturacaklar, oda bakın benim zikir yapmama da müsaade etmiyorlar diyecek. Bende durumu kurtarmak için “gel Celal Emmi seninle diğer koğuşa gidelim, orada beraber tespihat yapalım” diyerek gönlünü alıyorum.

 Kifir kutusu:                                   

Bizim Celal Emmi, Nurcu olması hasebiyle televizyona da karşı idi. O, zamanlar T.R.T -1 den başka kanal da yoktu ve siyah-beyaz yayın yapıyordu. Cezaevinde 31, ekran bir televizyonumuz vardı. O, günlerde Dünya kupası futbol maçlarını ve daha çok haberleri izliyorduk. Zaten bugünkü manada yayınlarda henüz mevcut değildi.

Nurcu Celal Emmi, “Bak Hoca Efendi bu Kifir (Küfür) kutusu televizyon burada olamaz; Hemen bunu kaldırıp çöpe atacaksın ve bizi Şeytan oyuncağı, kifir (Yani küfür) kutusundan kurtaracaksın, yoksa solcuların kaldığı yere geçerim burada duramam” diye tutturdu.

“Celal Emmi, Solcuların bölümünde bu televizyonun daha büyüğü vardır. İkinci olarak seni onlar aralarında bir gün bile barındırmazlar. Üçüncü olarak da, senin uğruna cezaevine düştüğün oğlun Şahin, bu televizyonun daha gelişmişini, hatta renklisi çıkacakmış ondan alır, senin ruhuna Fatiha okuyarak seyreder” dedim.

  “Hayır, Hocam öyle evladı eve koymam, evlatlıktan reddederim” dedi. Kısa bir zaman sonra Celal Emminin tahliyesi geldi ve aramızdan ayrıldı. Aradan seneler geçti, Hapishane hayatımız bitti ve kızım Erzurum Üniversitesinde okumaya başladı. Bende ara-sıra çocuğun yanına gidip gelirken bir gün Tercan’ın altında arabadan indim ve bir öğle saatinde Tercan-a çıktım.

 Tercan’ın merkez Camisinin önüne vardım, Öğle namazından yeni çıkan cemaatten birine, “Marangoz Celal Emmiyi nerede bulabilirim” diye sordum. Yüz metre ileride, dükkânının önünde oturduğunu söylediler. Birkaç komşusu ile iş yerinin önünde çay içen Celal Emmiye yaklaşarak “Selam ün aleyküm” dedim. Elini kaşının üzerine ter eklendirerek, yukarı doğru baktı “Ve aleyküm selam” diyerek devam etti. “Hafiz Efendi sen misin? Seni yel mi attı, sel mi attı? Hele gel şöyle otur, ne yer, ne içersin?” diye karşıladı. Ben sakince, “Celal Emmi beni yel de atmadı, sel de atmadı, hususi olarak sizin evde Televizyon var mı, yok mu? Ona bakmaya geldim” dedim.

Celal Emmi neyi kastettiğimi anlayarak, kafası önüne düştü ve “Hoca Efendi dediğin doğru çıktı, bizin Şahin oğlan Televizyonun renklisini ve daha büyük ekranlısını aldı, hep beraber kifir kutusunu seyrediyoruz” dedi.

Böylece bir daha anladık ki gelişen tekniğe karşı olmak mümkün değil. Belki onu, yani gelişen araçları İslam-a hizmetçi kılıp bir disiplin altında tutmaya ve toplumun faydasına kullanmaya çalışmamız gerekiyor.

Şu kısacık hayatımızda, ilk çıkmalarında nice icatlara karşı gelmedik. Fotoğraf makinesini gördük, ona karşı geldik. Resim çektirmeyi, üstümüzde taşımayı haram ettik. Gelişen ve ilerleyen dünyada bu icada yenik düştük. Bugün sağımız, solumuz, evimiz, odamız ve cebimiz, cüzdanımız resimlerle doldu.

Daha önceleri batıda gelişen ve bir sektör haline gelen sinema ile tanıştık ve hemen karşımıza alarak reddettik. Yapımcısını, izleyicisini sinemacı, tiyatrocu diye aşağıladık. Toplumu eğitmek için kullanılacak en güzel araç iken, topluma zarar verecek ateist ve İslam ahlakından uzak kişilerin eline terk ettik. İdealimize hizmet edecek bir senarist, bir yönetmen ve bir yapımcı yetiştiremedik. Elli senedir yapılan filimler-e bakın, huşu ile namaz kılan bir cami cemaatini göremezsiniz. Ama ister yerli, ister yabancı olsun sayısız filimde Kilise de Ayin yapan Hıristiyanları, günah çıkaran, nikâh kıyan, halkın yardımına koşan Papazları seyrederiz. Bizim İmamları da en menfur surette, menfaatçi, üfürükçü, kadın düşkünü tipler olarak gösterirler. Hülasa: Sinemanın gücüne yenik düştük, hatta ezildik. Az da olsa bir kısım yapıcı çalışmalar olsa da ezikliğimiz maalesef hala devam ediyor.

Radyo, Teyp, Pikap çıktı. Aynı muarızlığımızı onlara da gösterdik. Dini tebliğ, cehaleti yok etmek ve Müslümanları eğitmek için kullanılacak bu araçlardan hiç istifade edemedik. Ömrümüz, bu imkânları eline geçirip dine imana küfreden, din düşmanlarını çekiştirmekle geçti.

Daha sonra Celal Emminin “Kifir” kutusu diye isimlendirdiği Televizyon çıktı. Diğerlerinin tesirini geride bıraktı. Yüzde doksan dokuz bütün evlere girdi ve başköşeye yerleşti. Artık evin büyüğü oldu, konuşan ve her söylediği dinlenen tek kişi haline geldi. Adeta kıblemizi değiştirdi. Başında buna da karşı çıktık, O, Şeytan sandığını evime sokmam dedik. Çocuklarımız, eşimiz, akşamları bizden habersiz komşuya film seyretmeye, dizi izlemeye gittiğini öğrenince çaresiz kaldık. Biz daha gelişmişini, daha renklisini ve daha çok kanal gösterenini almak mecburiyetinde olduk. Hâsılı, Televizyona da yenildik, hem de tuşla yenildik.

Dini kaygı taşımayan, hatta açıkça din düşmanlığı yapan niceleri, Televizyona sahip çıktılar; Gazeteci, haberci, spiker, Programcı yetiştirdiler. Aylar, seneler süren; seyirciyi ekrana kilitleyen diziler, filimler yaptılar. Bunların, Televizyon sayesinde, toplumu istedikleri yöne nasıl sevk ettiklerini gören akıllı Müslümanlar son zaman da bu alanda da yatırım yapmaya başladılar ama atı alan Üsküdar-ı geçti misali, adamlar ulaşamayacağımız mesafe kat ettiler. Sanki cemiyetin çivisini çıkarttılar.

Hele-hele ilk çıktığında bir oda büyüklüğünde olan bilgisayar, Masa ütü, diz üstü derken küçülerek cebimize girdi akıllı telefon oldu. Bu küçücük, el kadar olan aletin içine neler konmadı ki? Binlerce cilt kitabın bilgileri; binlerce filmin görüntüleri sığdırıldı. Kötünün en kötüsünü; fuhşiyatın en rezilini; fen bilimlerini, din ilimlerini en güvenilir şekilde öğreten okul oldu. Binlerce marketi içine alacak ticarethane oldu. Hulasa onsuz yatamaz, onsuz kalkamaz ve onsuz yaşayamaz olduk. Rahmetli Celal emmi yaşasaydı bunlara ne kutusu derdi bilmiyorum ama ben “Akıl kutusu” diyorum, istediğin gibi kullan.