ARAF SURESİ-99-143-144-145-146-157-158
GÜNÜN AYETLERİ: 34
ARAF SURESİ-99-143-144-145-146-157-158
99-
Yoksa onlar Allah'ın mekrinden (tuzağından, azabından) emin mi oldular? Hüsrana uğrayanlar topluluğundan başkası Allah'ın azabından emin olmaz.
Yorum: Cemal Külünkoğlu Meali
A’râf Suresi 99. Ayet Açıklaması
“Mekr”, “hissedilmeyecek şekilde gizli ve ansızın başkasına zarar vermek, tuzak kurmak” demektir. “Allah’ın tuzağı” demek, onların hile ve tuzaklarını karşı bir tuzakla Allah’ın bozması demektir. Nitekim Ali İmran Suresi 3/54 ayetinde “Onlar (İsa’yı öldürmek için) tuzak kurdular. Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların karşılığını en iyi verendir” buyrulmaktadır.
143-
Musa, belirlediğimiz vakitte (belirlediğimiz yere) gelip de Rabbi onunla konuşunca (Musa): “Ey Rabbim! Bana görün de sana bir bakayım!” dedi. (Allah): “Sen Beni asla göremeyeceksin. Fakat dağa bak, eğer o, yerinde durabilirse sen de Beni görürsün.” buyurdu. Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Musa da bayılıp yere düştü. Sonra ayılıp kendine gelince: “(Ey Rabbim!) Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Sana Tevbe ettim ve ben buna² inananların ilkiyim!” dedi.
Yorum: Mehmet Türk Meali
A’râf Suresi 143. Ayet Açıklaması
Len Terânî: (لن تراني) Hz. Mûsâ (a.s)’ın Cenabı-ı Hakk’ı görme talebine Allah tarafından; “Sen Beni asla göremeyeceksin” anlamında verilen cevaptır. Bu ayeti Sufiler, “sıfat tecellisine mazhar olduktan sonra Hz. Mûsâ (a.s)’ın Cenabı-ı Hakk’ı zât tecellisine mazhar olmayı talep ettiği” şeklinde yorumlamışlardır. Allah bu imkânsızlığı bildirmek için Mûsâ’ya, “Ben görülmem” demeyip, “Sen Beni asla göremeyeceksin” demiştir. Sufilere göre “len terânî” ifadesi aslında, “Sende ikilik hali bulundukça beni göremezsin” anlamına gelir. Allah’ın tecelli suretiyle dağı paramparça etmesi ve Mûsâ’nın kendinden geçmesi ise ikilikten kurtularak zât tecellisine mazhar olduğunu gösterir. Zât tecellisinde tecelli olunan kişinin izâfî varlığı damlanın denize karışması gibi zât-ı ilâhî denizinde mahv olması sonucunda gören, görülen ve görme eylemi aynı şey sayılır ve idrak edilemeyecek başka çeşit bir rü’yet hâsıl olur, şeklinde yorumlayarak vahdet-i vücut felsefesi mantığına ulaşmışlardır. Bu ise, esas itibariyle küfürden başka bir şey değildir. Seyyid Nigârî, “Terk-i variyyet ile söylesen erinî erinî / Len terânî demez ol yâr hüveyda görünür” (Eğer varlığını terk ederek bana görün, bana görün desen, o sevgili sen Beni asla göremeyeceksin demez hemen görünürdü.)
Yunus Emre de “İsa gibi yeri koyup gökleri seyran eylerem / Mûsâ-yı didar olmuşam ben len terânî neylerem” (İsa gibi yeryüzünü değil gökleri seyrederim, Allah’ı gören Musa olmuşum “len teranî” ifadesi benim umurumda değil) diyerek sufi mantığın Müslümanları hangi küfür noktasına getirdiğini açıkça göstermişlerdir.
Yani: “Sen, Beni asla göremeyeceksin. Fakat dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sen Beni görürsün.” sözüne…
144-
(Allah) “Ey Musa! Ben mesajlarımla ve hitabım sayesinde seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al (onlara sımsıkı sarıl) ve şükredenlerden ol!” demişti.
Mehmet Okuyan Meali
A’râf Suresi 144. Ayet Açıklaması
Vahye uymayla ilgili ayetler için bkz. Âl-i İmrân 3:103, dipnot Rabbimizin bu ifadesi Hz. Musa’ya Risalet öğretileri ve hitabı sayesinde onu peygamber kıldığının bir göstergesidir. Bunu hatırlatmasının sebebi Hz. Musa’nın Yüce Allah’ı göremeyince üzülmemesi gerektiğini, çünkü ona verdiği peygamberlik ve gerçekleştirdiği hitabın çok daha önemli olduğunu teselli cümleleriyle belirtmek istemesidir. Söylenmek istenen şudur: “Sen sana verilen nimetlerle ve büyük görevle meşgul ol; onlara sımsıkı sarıl ve onlar nedeniyle şükret!”
145-
Biz ona (Tevrat'a ait) levhalarda, insanlara öğüt olmak üzere her şeyi açık olarak yazdık. “Ona sıkıca sarıl! Kavmine de emret, onları en güzel şekilde tutsunlar. Yakında size (ibret almanız için) yoldan çıkanların yurdunu ne hale getirdiğimi göstereceğim” (dedik).
Cemal Külünkoğlu Meali
A’râf Suresi 145. Ayet Açıklaması
Tevrat, parça parça değil levhalara yazılı olarak bir defada bir bütün olarak indirilmiştir. Ancak bu levhaların mahiyeti, ne zaman ve nasıl indiği, nerede ve nasıl yazıldığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Tevrat’ın Hz. Musa tarafından papirüs kil levhaları üzerine yazıldığı söylense de ağırlık, Allah’ın Tevrat’ı levhalara yazdığı” şeklindedir. Tevrat, bu levhaların taştan olduğunu ve yazıların bizzat Allah tarafından yazıldığını yani Allah’ın öğretileri taşa print edildiğini bildirir. Kur’an da Tevrat Levhalarını Allah’a izafe etmekle beraber detaya girmemektedir. A’râf 7/150’de “Tevrat levhalarını bıraktı” ve 7/154’de“Tevrat levhalarını aldı” buyrulmaktadır.
146-
Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım: çünkü, onlar [hakikatin] her türlü belirtisini görseler de ona inanmazlar ve (yine) onlar doğruluğa götüren yolu pekala görüyor olsalar bile, onu izlenecek yol olarak seçmezler; tersine, eğri yolu görseler onu hemen kendilerine yol edinirler. Ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlara karşı ilgisiz kalmalarındandır bu.
Muhammed Esed Meali
A’râf Suresi 146. Ayet Açıklaması
Kur’an’da sık sık karşılaşıldığı üzere, Allah’ın günahkarları doğru yoldan “uzak tutması” ya da onların günah işlemesine “fırsat vermesi”, bu insanların kendi davranışlarının, kendi serbest seçimlerinin bir sonucu olarak gösterilmektedir. Haksız yere büyüklük taslayanlar denirken, eğriyle doğrunun belirlenmesinde kendi sübjektif yargılarını geçerli tek ölçü olarak gören ve dolayısıyla kişisel sorun ve kaygılarını vahyedilmiş mutlak ahlaki ölçülerin, mutlak değer yargılarının üstünde tutan, onlara karşı dik başlı bir tavır seçen kimselerin anlatılmak istendiği açıktır; karş. 96:6-7 “ama insanoğlu kendini kendine yeterli görerek kurum kurum kurumlanır”.
157-
O (Ehl-i Kitap ola)nlar ki, ellerindeki Tevrat'ta ve (daha sonra da) İncil'de tanımlanmış olan, ümmi resule uyarlar. (Ve o resul) onlara yapılması doğru olanı tavsiye edip yapılması yanlış olanı yasaklar. Yine onlara temiz ve hoş şeyleri helal kılar, kötü ve çirkin şeyleri yasaklar. (Dinin aslında olmadığı halde insanların sırtına yüklenmiş olan) ağır sorumluluk yüklerini ve (cehalet ve bağnazlık) zincirlerini kaldırır. Ve sonuç olarak, ona inanan, onu destekleyen, ona yardım eden ve ona bahşedilen ışığın (Kur'an'ın) ardına onunla birlikte düşenler; işte böyleleri, nihai kurtuluşa, esenliğe erişen kimselerdir.
Yorum: Cemal Külünkoğlu Meali
A’râf Suresi 157. Ayet Açıklaması
“Ümmi” kelimesinin Kur’an’da peygamberimizin bir özelliği olarak vurgulanması konusunda farklı yorumlar yapılmaktadır. Bazıları “ümmi” sözünden peygamberimizin okuma yazma bilmeyen bir insan olduğunu söylerken bazıları da ehli-kitap olmayan, o günün değişmiş, yozlaşmış, hurafelerle, sapkınlıklarla dolu dinlerin hiç birisine tabi olmayan bir insan olduğunu savunmaktadır.
Bu konuda izlenecek olan en isabetli yol; “Ümmi” kelimesiyle ilgili Kur’an ayetlerini aklın ve mantığın süzgecinden geçirerek neticeye varmaktır. Bakara 2/78, Ali İmran 3/20, 75, Ankebut 29/48, Şura 42/52 ayetlerinden anlıyoruz ki; Hz. Peygamber, okuma yazma bilmeyen birisi değildi. Peygamberlik yaşına kadar ticaretle uğraşmış, kervanlara öncülük etmiş, bu sahada başarılı olmuş bir insanın okur-yazar olmaması mümkün olabilir mi? Ayrıca o kadar çalışmış didinmiş ve işinde başarılı olmuş, hayatın süzgecinden geçerek toplumun güvenini kazanmış bir insanın 40 yaşına kadar okuma yazmayı öğrenememesi düşünülebilir mi? Bizim bildiğimiz ve inandığımız bir gerçek vardır ki o da Hz. Muhammed, peygamber olduğu güne kadar şirke bulaşmamış, diğer dini kitapları okumamış ve herhangi bir ideolojik kodlamanın etkisi altına girmemiştir.
158- De ki [ey Muhammed]: “Ey insanlar, şüphesiz, ben Allah’ın hepinize gönderdiği bir elçiyim; O (Allah) ki, göklerin ve yerin egemenliği O’na aittir! O’ndan başka tanrı yoktur; hayatı ve ölümü bahşeden O’dur!” ¹²⁶ Öyleyse artık inanın Allah’a ve O’nun Elçisi’ne! Okuması-yazması olmayan, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Haberci ’ye. Ona uyun ki doğru yolu bulasınız!
Muhammed Esed Meali
A’râf Suresi 158. Ayet Açıklaması
Hz. Musa ve İsrailoğulları’nın kıssası arasında ara-anlatım olarak yerleştirilmiş bulunan bu ayet önceki bölümü aydınlatıcı, açıklayıcı mahiyettedir. Önceki Peygamberlerin her biri sadece ve sadece kendi toplumuna gönderilmiştir: Bu itibarla Eski Ahit yalnızca İsrailoğulları'na hitap etmektedir. Hatta, mesajı daha geniş bir yüklem ve çerçeve ortaya koyan Hz. İsa bile, eldeki İncillere bakılacak olursa, kendisinin “yalnızca İsrail evinin yitik koyunlarına gönderildiğinden” söz etmektedir (Matta xv, 24). Buna karşılık Kur’an’ın mesajı cihanşümuldür -yani, bütün bir insanlığa hitap etmekte ve ne zamanla ne de belirli kültürel çevre ve şartlarla kayıtlı bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu mesajın tebliği için görevlendirilen bir elçi olarak Muhammed (s), Kur’an’da (21:107) “[Allah’ın] bütün dünyalara/bütün toplumlara (yani bütün bir insanlığa) bahşettiği rahmet” in bir delili, bir işareti ve “Peygamberler ’in de Hatemi” (Mührü) (bkz. 33:40), başka bir deyişle onların sonuncusu olarak tanımlanmaktadır.