Yazılarımızda, bazen Türkiye’de ve dünyada engel tanımayan insanların hayat hikâyelerine de yer vermeye çalışıyoruz. Etrafımızda bizim bilmediğimiz birçok engelli hikâyesi var, derleyerek inşallah kitap hâline getireceğiz. Bugün sizlere kıymetli Ahmet Turan KARAKAŞ amcamızdan bahsetmek istiyoruz.

Değerli edebiyat öğretmeni abim Mesut Karakaş hocamızla görüşmelerimizde bizlere akrabası olan bir görme engelli amcamızdan bahsederdi. Destanlar kaleme aldığını, şiirler yazdığını anlatır, kendisinin de o insanın edebî yazılarını derleme çalışmaları olduğunu ifade ederdi. Bir gün kendisi bizi aradı ve yazıda bahsedeceğimiz Ahmet Turan KARAKAŞ amcamızın evine beraber gitmeyi teklif etti. Evde bizi Ahmet amcamız karşıladı. Yaşı seksen olmasına rağmen, sesiyle vücut hareketleriyle dinç bir insanı andırıyordu.

KARAKAŞ’IN edebî ve şiir yönünü Mesut hocamıza bırakarak, biz engelli biri olarak, 1940 ve günümüz engelli çalışmalarını anlatmaya, Ahmet amcamızın, engellerle mücadelesini ortaya koymaya çalışacağız. Günümüz gençlerine ve engelli arkadaşlara kaynak olsun.

Halkın deyimiyle Duran amcamız, 1940 yılında, Sivas’ın Güney köyünde doğar. Bizlere anlattığına göre ve ömür dediğin programında ifadesine dayanarak, altı aylıkken göz etrafında yaralar meydana gelir. Kırklı yıllar, ikinci dünya savaşı, kıtlık ve ekonomik zorluklar nedeniyle doktora gidemez. Sivas ilinden köye bir kadının geldiği söylenir, şehirden geldiyse mutlaka bilgilidir denilerek, Duran bebek bu kadının yanına götürülür. Kadın, göz üzerine (nöbet şekeri) sürülürse yaraların iyileşeceğini söyler. Ancak, bir aile bizim evimizde, nöbet şekeri var der. Nöbet şekeri yerine şap verir yanlışlıkla. Duran bebeğin gözüne şap koyulur. Bu olaydan sonra Duran emmimiz kör olur.

Yedi yaşına kadar annesiyle tarlalara gittiğini, bazı çocukların ona vurup dalga geçtiğini söyler. Bunun üzerine annesi, diğer arkadaşları zarar vermesin diye bir ip örgüyle onu üç yaşında sırtına alarak, tarla işlerinde kendisini sırtında taşıdığını ifade eder. Köylerinde sele kapılıp kurtulan bir çocuğun mintanı, sevinilerek duran amcaya hediye edilir. Yedi yaşında köylerine bir çerçi gelir. Ben de çocukluğumda çerçileri hatırlıyorum. Memleketim Ereğli’de bir Ali emmimiz vardı. Mahalle mahalle gezerlerdi, şimdinin ayaklı zücaciyeleriydi. Küçük poşetlerde çekirdek satar, her gelmesinde bana hediye ederdi. Taklitler yapar, beni güldürürdü. En sevdiğim taklidi horoz taklidiydi. Ben de onun sayesinde horoz gibi öter, kümesteki horozlar benim sesimle öterse mutlu olurdum.

Turan amcamızın köyüne gelen Malatya Darendeli çerçiler ailesine bir teklif sunarlar. Altı aylığına kendisini isterler.  Ona çeşitli bilgiler öğreteceklerini yetiştireceklerini anlatırlar, karşılığında para önerirler. Ailesi de bilgili olan en büyük amcalarına danışır. Danışılan amca; verin, eğer ölürse kendi kurtulur. Bir bilgi öğrenirse kendini kurtarır diyerek, Turan emmimiz çerçilere teslim edilir.

Turan amcamıza bende bir şiir yazdım. Her köşe yazımda birkaç dörtlük şeklinde paylaşacağım.

Hayatında tatmış binbir dert, çile.

İsyanı getirmemiş güzel dile.

Şükür demiş hâlini bile, bile.

Siyahta beyaz görmüş Turan emmim.

 

Çocuk olmamış bir gün doya, doya.

Keyfince gitmemiş düğüne toya.

Hasret kalıp yanmış sılaya soya.

Gurbeti katık yapmış Turan emmim.

 

Selman DEVECİOĞLU