Değerli Duran Karakaş’ın azimle dolu hayat hikâyesini anlatmaya devam ediyoruz.

Karakaş, yedi yaşında yetmiş bin lira karşılığında iki aylığına çerçilere verilir. Belki ailesine kızacaksınız ama bildiğiniz gibi değil. İkinci Dünya Savaşı, kıtlık yılları, Duran Amca’nın sadece üzerinde bir ailenin hediye ettiği mintanı var. Annesi altı aylığına küçük Ahmet Turan’ı verirken aldığı parayla ona yatacak döşek almayı düşünür. Çünkü döşeği bile olmadığını söyler.

Duran’ı alan çerçi onu ceketinin içine sararak yolculuğa başlar. Kayseri, oradan da İstanbul’a kadar trenle ulaşırlar. Aklımıza bir soru geliyor. O devirlerde körler okulu yok muydu? Ahmet Turan Karakaş’ın akranı olup yetişmiş büyük başarılara imza atmış görmeyenler var mıydı? Yazılarımızda yer verdiğimiz Doç. Dr. Mitat ENÇ sorumuza cevap oluyor. Enç 1909’da dünyaya geliyor, lise yıllarında gözünü kaybediyor. Ailesi Gaziantep’in eşrafından ve zenginlerinden. Üniversite imkânı oluyor ve yurt dışında eğitim alıyor. 1950 yıllarına kadar İzmir ve İstanbul ‘a sağırlarla körlerin beraber eğitim aldığı okullar mevcuttu. Mitat Enç üniversiteye hoca olunca, önemli görevlere geldikten sonra 1950’de devlet desteğiyle Ankara’ya körler okulu kuruluyor ve bu okula yönetici oluyor. Bu araştırmalar göz önüne alınırsa, Turan Amca on yaşına gelene kadar, Anadolu’da bir körler okulunun olmadığı anlaşılıyor. Karakaş’la aynı tarihlerde yaşayan, değerli müzik profesörü Önder Kütahyalı. 1936 yılında İzmir’in Tire ilçesinde dünyaya gelen Kütahyalı, Sağlık Bakanlığına bağlı İzmir Körler Okulu’nda eğitimine başlar ve okul Ankara’ya taşınınca Mitat Enç’in müdürlüğünü yaptığı okulda, başarılara koşar. Çağdaş Müzik Tarihi adlı çok değerli bir kitabı hâlen üniversitelerde okutulmaktadır. Aydın’da bir doktor babanın oğlu olan, sonradan gözünü kaybeden, 1927 doğumlu Gültekin Yazgan ise, on bir yaşında kabartma yazıyı öğrenir, hukuk fakültesini birincilikle bitirerek, altı nokta derneğini ve Türkiye görme engelliler kitaplığını kurarak görmeengelli camiasına büyük katkısı olur.

Turan Amca’nın şanssızlığı, Anadolu’nun bir köyünde olup, maddi imkânlarının olmayışı nedeniyle problemler yaşamasıdır. O dönemlerde engelli olmak zordu. Hele hele, Anadolu’da engelli olmak, güçlükleri ikiye katlıyordu.

Karakaş, İstanbul’da, çocukları dilendiren bir grubun eline düşer. Onların her türlü dilini öğrenir. Örneğin, çocuğa (cort) dediklerini, paraya farklı isimler kullandıklarını söyler. Onunla birlikte Sivas’tan alınıp dilendirilmeye zorlanan yürüme engelli çocuğun ölümüne şahitlik eder. Sesinin güzelliği ve gözünün görmeyişi yüzünden çok para getirir. Ama Duran Amca dilenmeyi hiç sevmez. “Ben yaptığım işin utancından ağlıyordum, ancak ağladıkça millet beni farklı anlıyor daha çok para veriyordu.” der. Memleket özlemi içinde o kadar fazladır ki, üzerine oturduğu taş kuş olsa da uçup beni memleketime götürse diye dua eder.

İki aylığına götürülen Karaka, aradan yirmi altı ay geçmesine rağmen getirilmez. Annesinin hasret yüreğine düşünce, bilgili bir akrabası kadınla, güç bela dönemin Sivas valisinin yanına gelirler. Yaz mevsimi olduğundan, kapı açık olunca, güvenliğe takılmadan, Vali Bey’in huzuruna rahatlıkla çıkarlar. Annesi durumu anlatır, Vali Bey önce kızsa da yoksulluk ve çaresizliği hissettiğinde duygulanır ve Turan Amca’yı aratacağını söyler. Zamanın başbakanının Sivaslı Şemseddin Sirer olması, işleri kolaylaştırır. İstanbul’da Duran Amca nihayet bulunur. Daha önce akrabaları tarafından İstanbul’da görülse de gizlice kendisini dilendirenler tarafından kaçırılır.

Yedi yaşında gitmiş İstanbul’a,

Zorla boyun bükmüş namert bir kula,

Sana zulüm eden Allah’tan bula,

Çilesi hiç bitmemiş Turan Emmim.

Devamı haftaya inşallah.