Sultan Otel’in en üst katından karşıya baktığınızda; yarım asırlık bir Sivas’ı hatırlarsınız.

1960’lı yılların, Hükümet Konağı, çevresindeki yapıları ve incecikten akan bir ırmağın şırıltısını hayal edersiniz.

Irmağın yatağındaki berrak suya ahenk veren, o yosunları da hiç unutamazsınız.

Sıra sıra dizilmiş faytonlar.

Hemen üzerinde bir su değirmeni. Değirmenin kapısında bekleyen kanılar. Ve öküz arabaları üzerinde ‘un’ olmayı bekleyen yüzlerce telis buğdaylar.

Değirmene him komşusu olan güzel bir bahçe. Ortasında havuzu da vardı o bahçenin. Zambaklar ve menekşeler de o güzelim akasya ağaçlarının gölgesinde rengarenk süslüyorlardı yeşil bahçeyi.

Saman sarısı bir bina, toplum polislerinin merkeziydi. Kapalı cezaevinin dış bahçesinde. Cezaevine ait tek katlı bir ahşap bina vardı. Kenarları tümsek, tellerle örgülü ve kireçle beyazlatılmış bir ev. Müdür Hilmi Karadana’nın konutuydu orası. Cezaevi müdürüydü Hilmi Karadana.

En çok vişne ağacı vardı o konutun bahçesinde. Elma ve armut ağaçları vardı.

Ama o bahçenin en lezzetli meyvesi, yarısı yeşil, yarısı kırmızımtırak ekşi elmasıydı. Hala anımsarım o meyvelerin lezzetini. Bir de gizliden koparırsanız o meyveleri dalından, bir başka güzel oluyordu.

Şimdi size bir önerim var. Sivas’ta yaşayın veya yaşamayın söz konusu yıllarda bu güzelim tabloya, bu güzelim manzaraya hasretseniz, gelin bir sabah Sultan Otel’in en üst katına, şimdiki beton yığınını yok sayın; hayal edin ve hatıralarınızı tekrar yaşayın